Languages فارسی فارسى درى English اردو Azəri Bahasa Indonesia پښتو français ไทย Türkçe Hausa Kurdî Kiswahili Deutsche РУС Fulfulde Mandingue
Scroll down
Genel Kültür

Hadis ve Rivayetlerin Sıhhati ve Güvenilirliği

2016/01/16

Hadis ve Rivayetlerin Sıhhati ve Güvenilirliği

 

 Hadis ve rivayetlerin sıhhati ve güvenilirliği hakkında çeşitli eleştirisel yaklaşımlar bulunmaktadır. Tarihçilerin belirli görüş ve mezheplere tabi oldukları göz önüne alındığında nasıl onları yaptıkları işte tarafsız kabul edile bilineceği ve güvenilebileceği üzerinde genel ve yüzeysel eleştiriler akademik çevrelerce yaygın şekilde dile getirilmektedir. Özde bu eleştirilerin çıkış noktasının İslam dininin doğuşundan günümüze kadar gecen süre zarfında ortaya çıkan ifrat ve tefrit çizgilerini koruyamamış bazı akım ve cemaatlerin yol açtığı düşüncesindeyim.

Genel örnekler verecek olursak örneğin kendilerini Ehlibeyt mektebine mensup gösteren bazı aşırıcı ve ifrat üzere şahısların hadis ilimleri üzerinde yetkinliğe kavuşmadan hadis kitaplarına başvurup buradan yola çıkarak kendilerine inanç sistemi kurma çabaları genellikle “Guluv” dediğimiz yani aşırıya kaçma olan, İslam dininin inançlarından sapmayla son bulan yaklaşımlar doğurmuştur.  

Ehlisünnet dünyasından örnek verecek olursak tarih boyunca Âlim olmanın gerektirdiği akılcılığa ve dirayete sahip olmayan ibn-i teymiyye gibi şahısların başlattığı hadisin zahiri temelli anlayışlar bulunmaktadır. Bu Akımlar İslam beldelerini kana bulamış ve Müslümanların dirlik ve düzenini alt üst etmekten başka hiçbir getirisi de olmamıştır. Bu akımlar ilmi olarak Selefilik ve günümüz dünyasında ise daha çok Vahabilik adı altında değerlendirilmektedir. Maalesef entelektüel ve akademik cevreler “Gulatların” ve Selefiler ’in İslam tarihinde yarattığı çalkantıları göz önünde bulundurarak ve bu akımların doğuş noktasının hadis olduğu gerekçesine sığınarak çok sığ, bilimsellikten uzak ve insaf çizgisini aşan eleştiri ve yaklaşımlarda bulunmaktadırlar. Bu yazıda hedefim okuyucuyu İslam ilmi havzalarında gelişen, hadis ve rivayetleri, ilmi olarak araştırma ve değerlendirme görevini üslenmiş ilimleri ve kısaca yöntembilimini(metodolojisini) tanıtmak istiyorum. 

Tarih, insanoğlunun Âdem(a.s)’den buyana yaşadıklarını tanımaya, keşfetmeye, anlatmaya çalışan bilim dalıdır. Tarihçiler ise bu önemli görevi üstlenmiş insanlardır. Bir hadis veya rivayet tevatüre, şöhrete, karineye veya delile sahip olduğu zaman hadis ilminin araştırma alanına girer ve bu araştırma sonucunda o hadis için sıhhat ve güvenilirlik değeri belirlenir.[1] Yani bir hadisin veya rivayetin hadis kitaplarında, tarih kitaplarında yer alması o hadise sıhhat ve güvenilirlik kazandırmaz üzerinde gerekli bilimsel ve ilmi araştırmalar yapılır. Bu noktada rical ve diraye ilimlerinin kaide ve usullerinden istifade ederek söz konusu hadiste gecen raviler ve rivayet değerlendirilmeye tabi tutulmaktadır. Rical ilminde ravilerin güvenilir olup olmadıkları incelenmekte ve diraye ilminde ise rivayetlerin metni üzerinde delalet ve anlam açısından İslam dininin temel doğruları ve erkânı arasında sağlam deliller, karineler ve tanıklar ile bir rivayetin doğruluğu, sıhhati ve delaleti hakkında hüküm verilir.[2] 

Yukarda adı gecen ilimler hadis ilminin yöntembilimleridir. Şimdi sözü gecen bu yöntembilimi tarihsel surecide göze alarak tanımaya çalışalım. Elbette dürüstçe dile getirelim ki yapacağımız açıklama Ehlibeyt mektebinin perspektifleri doğrultusunda olacaktır.

Hadisin senet ve metin açısından incelenmesi:

Ehlibeyt mektebinin mirasını korumak için uydurma hadisler hakkında ilk uyarı Masum İmamlardan gelmiştir. Masum İmamlar hadis uyduran kimselere dikkat çekmiş, uydurma hadislerdeki düşünce ve anlam türlerine işaret etmişlerdir. Abdullah b. Mesken, İmam Sadık(a.s)’in ashabından bazılarına şöyle buyurduğunu rivayet eder: “Allah, Muğire b. Said’e lanet etsin! O, babam İmam Bakır’ın adına hep yalan hadis uydurmaktadır. Allah, ateşin sıcaklığını ona tattırsın. Allah, bizim hakkımızda bizim inancımız olmayan şeyleri bize isnat eden kimseye lanet etsin. Allah, bizi yaratan, kendisine döneceğimiz ve bütün işlerimizin elinde olduğu Allah’a kulluk derecesinden bizi indiren kimseye lanet etsin.”[3] Masum İmamların bu ve benzeri uyarıları bu sapmış grup ve kişilerin isim ve düşüncelerinin senet ve metinlerden uzaklaştırılmasına neden olmuştur. Masum İmamların ashabı ve Ehlibeyt mektebine mensup muhaddisler bu noktada bu sapkın grup ve kişilerin görüşlerini, sözlerine, naklettikleri rivayetleri imkân çerçevesinde kendi ellerinde bulunan İslami metinlerden uzak tutmuşlardır.

Kütüb-ü Erbaa (Kâfi, Tehzib, İstibsar, Men La Yahzuruh-ul Fakih) yazarları zamanında bu çalışmalar devam etmiştir. Zira siz değerli okuyucuların da bildiği gibi bu dört eser Ehlibeyt mektebinin En önemli ve güvenilir hadis kitaplarıdır. Bu eserleri hazırlayan Âlimlerin en önemli çabalarından biri bu eserlerde gecen hadis ve rivayetlerin ravilerini doğru tanımak olmuştur.[4] Yani kendilerine göre sahih olan hadisleri toplamışlardır. İlk dönem muhaddislerinde sahih ıstılahının bir rivayetin söylendiğine itminan etmeleri anlamına geldiğini biliyoruz.[5] Bunun anlamı bu âlimlere göre bu hadisler ve rivayetler metin ve senet yönünden yapılan inceleme neticesinde Masum İmamlara ait olduklarına inandıkları anlamına gelmektedir. Elbette bu durum günümüz hadis bilimcileri veya uzman din adamları için tam bir hüccet oluşturmaz. Yani onlar kendi senet ve metin araştırmalarını yaparlar, yapmakla da muvazzaftırlar. İlk dönem muhaddislerinin görüşü onların çalışmaların ışık tutar.

Ehlibeyt mektebinde Rical-i Keşşi, Fihrist-i Necaşi, Rical-i Tusi, Fihrist-i Tusi gibi meşhur rical kitaplarından öncede bu alanda birçok eser bulunmaktaydı. Örneğin, Abdullah b. Cebele Kenani (Ö. 219 h.), Muhammed b. İsa Yaktini, Hasan b. Mahbub (Ö.224 h.), Hasan Ali b. Fazzal (Ö.224 h.) gibi tanımış Ehlibeyt mektebi büyüklerinin Rical kitapları bulunmaktaydı.[6] Anlaşıldığı üzere Masum İmamlar fiziki huzurlarının olduğu döneminde bu uygulama onların denetimi altında gerçekleştirilmekteydi. Zira ismi gecen zatlar Kendi döneminde yaşayan Masum İmamların en yakın yarenlerindendir. Bu durum iki açıdan daha sonra gelen araştırmacı ve Âlimlere çok önemli bir kolaylık sağlamıştır. Bir bu değerli zatlar çalışmalarını Masum İmamların zamanında gerçekleştirmiştir. Bu çalışmalarına çok önemli bir itibar ve güvenilirlik kazandırır. İki bu alanda uygulanması gereken metodun ne olduğu masum imamlar tarafından uygulamalı olarak bizlere tanıtılmıştır.

Maalesef Ehlisünnet dünyasında, hâkim güçlerin yaklaşık yüz yıl hadis yasağı getirmeleri bu alanda Ehlisünnet dünyasında çok önemli kayıplar verdirmiştir. Sonuç olarak Ehlisünnet dünyası ilk hadis kitaplarına İslam Peygamberinden yaklaşık yüz hatta yüz elli yıl sonra kavuşmuştur. Bu durum yöntembilimi acısından çok ciddi güvenilirlik ve itibar sorunları doğurmaktadır.

Yukarda açıkladığımız senet yönünden incelemenin sanı sıra belki daha fazla öneme sahip olan çalışma, metnin kendisinin içerik açısından incelenmesidir. Bu alanda Ehlibeyt mektebi Masum İmamların zamanında başlayan ve onların öğretileriyle şekillenen önemli bir yöntembilimine sahiptir.  

Hadisin Masum İmamların huzurunda okunup içeriğinin teyit edilmesi: Metin incelemesinde Masum İmamların ashabı, özellikle İmam Rıza(a.s) ve İmam Askeri(a.s)’in ashabının uyguladığı yöntemlerden biri rivayetlerin bu İmamların huzurunda kıraati ve Masum İmamların bahsi gecen Rivayetler hakkında hakikati izhar etmeleridir. Rivayetlerde “Arz-ul Hadis” denen bu yöntem, daha çok ilk dönemde yani Masum İmamların fiziki huzurlarının olduğu dönemde yazılan hadislerde görülmektedir. Bu yöntemle hadis, Masum İmam’a veya Masum İmamlar tarafından teyit edilmiş büyük ve güvenilir ashaplarından birine sunulmakta, hadisin metnindeki kelimelerin teyit ya da inkârı alınmaktaydı.

Bu çalışma, hadis naklinin doğuşuyla başlamış ve Masum İmaların hemen hemen hepsinin zamanında yürütülmüştür. İlk dönem Hadis kitaplarında İmam Ali(a.s),[7] İmam Hasan(a.s),[8]İmam Hüseyin(a.s),[9] İmam Seccat(a.s),[10] İmam Bakır (a.s)[11] huzurunda hadis kıraatleri ve Masum İmamın rivayet hakkında hakikati izhar etmeleri göze çarpmaktadır. Birçok hadisin İmam Sadık(a.s) huzurunda kıraati, kendilerinin döneminde bu çalışmanın çok ciddi bir şekilde yürütüldüğünü göstermektedir. Bu dönemde Ehlibeyt mektebinin hüviyeti sabitleşmiş; Caferilik, on İki İmam Şia’sı gibi tanımlamalarla tarih ve kelam kitaplarında bahsedilmeye başlanmıştır.  Bu dönemde ve daha sonra İmamların ashabından yetişmiş hadiste ehil olan ve eğitilmiş raviler, Ehlibeyt mektebine ve İmamlarına (a.s) nispet verilen sözlerin doğruluğunun ölçüldüğü mihenk taşları konumundaydılar.  Ehlibeyt İmamlarının teyit ettiği bu kişilere yazılmış veya nakledilmiş hadislerin sunumunu yaparak, Ehlibeyt mektebinin mirası garanti altına alınmıştır.

 Bu dönemin tehlikeli hareketi “Guluv” hareketidir. “Gulat” makam ve dünya sevdasından dolayı Masum İmamlara gerçek makamlarından daha aşırı makamlar isnat eden, kendisini de Onların halifeleri olarak gösteren kötü maksat ve hedefler taşıyan kimseye denir. Masum İmamlar ’da daha baştan bu sapık ve tehlikeli grubu karşı tavır almış bu insanları İslam’ın ve Masum İmamların düşmanları olarak yarenlerine tanıtmıştır. Açık ve net olarak bu insanların İslam dairesinin dışına çıktıklarını hiçbir şekilde bu münafıklarla Müslümanların aralarında geliştirdikleri ilişkileri geliştirmemelerini emretmiştir. Örneğin kız vermemelerini ve onlarla oturup kalkmamalarını emretmiştir.  Özellikle ‘Ebu’l Hattap’ ve ‘Yunus b. Zebyan’ gibi gulatların hakkında sözlerle muhatap olmaktayız.[12]

Günümüzde eğer Guluv tehlikesi olan insanlar hakkında bilgi edinmek istiyorsanız Masum İmamlar zamanında yaşamış Gulatlar ile bu insanların sözlerini karşılaştırmak ve Masum İmamların bu insanlara karşı tavırlarını incelemek yeterince acık ve insaf ehli her insanın sonuç elde edebileceği bir yöntemdir.

Bu çalışma ilk dönemde önemli ölçüde Yüzeysel yaklaşımların Şia hadislerinden çıkmasına ve dar düşünceli ve art niyetli insanların hadislerden uzaklaşmasına neden olmuştur. Masum imamların uydurma hadisler karşısında tavrı Şia saflarına etki etme cabasında olan birçok münafığın hadis nakletmesine engel olmaya ve onları bu önemli sahadan uzaklaştırmaya yetmiştir. Ancak bu durum elimizde bulunan hadislere ismet kazandırmaz her dönemde uzman ve bilirkişilerin bu bayrağı taşıması ve bayrağı kendilerinden sonra gelen nesillere ulaştırması gerekmektedir.

Maalesef Ehlisünnet dünyası bu bağlamda böyle bir güvence ve koruma geliştirememiş. Hükümete yakın saray mollaları kendi sazlarını çalarak istedikleri gibi hareket etmişlerdir. Sonuç olarak yapa bilecekleri tek şeyi yapmışlardır. Ellerinde bulunan hadis kitaplarına dokunulmazlık kail olarak hiçbir şekilde bu kitaplarda gecen hadisler üzerinde yorum ve tahlil yapılmasına izin verilmemiştir. Buda daha sonraki yüzyıllarda daha büyük sorunlar ve açmazlara yol açmıştır. Maksadımız kesinlikle eleştirmek değildir. Bunları ifade etmekte ki amacımız ortaya çıkan sorunların doğuş nedenlerini dile getirmektir.

Şimdi konumuza geri dönecek olursak Ehlibeyt mektebinde gelişen diğer metotlara değinelim.  

Hadis Nakli İcazeti: Hadis âlimleri nakil icazetini, “Tahammül-ül Hadis’in” en önemli yollarından biri olarak kabul eder ve hadislerin naklinin doğruluğuna destek amacıyla karşılıklı alış verişe önem verirlerdi. Hadis ilmi üstatları yazılı veya şifahi(sözlü) olarak hadisleri rivayet etme iznini talebelerine verirlerdi. Genellikle bu icazetlerde üstatların, hadis şeyhleri ve eserlerinin isimlerini getirirlerdi.

Rivayet icazetinin önemli faydalarından biri, hadislerin senetlerinin Masum İmamlara ulaşmasıdır. Üstatlar genellikle rivayet icazetlerinde senet silsilesini Muhammed Takı Meclisi, Şehit-i Evvel, Allame Hilli veya Şeyh Tusi gibi büyük şeyhlerden birine ulaştırır ve orada dururlardı. Çünkü bu büyük üstatların hadis nakli ilminde usulü belli ve itibarı güvenilirliği noktasında görüş bildirmenin mümkün olduğu yöntemlerdi.  

Nüshaları Karşılaştırma: Bu metot eskiden beri âlimler, Peygamberin (s.a.a) ve Masumların (a.s) ashabı arasında uygulanan bir metottu. Yani belirli sürelerde naslar, hadis kitapları ve el yazması eserler güvenilir kimselerin sahih ve asıl yazılarıyla karşılaştırılır ve tatbik edilirdi. Bu metot özellikle kasıtlı ve yanlışlıkla yapılan tahrifleri, fazlalıkları ve eksiklileri gidermek için yapılan bir çabaydı.

Karine metodu: Bu yöntemde muhaddis veya müçtehit incelemeye tabi tuttuğu rivayeti konu hakkında tevatüre ulaşmış hadislerle karşılaştırır ve usulü metodolojisiyle incelemeye tabi tutar. Elde ettiği verileri İslam dininin zaruretleriyle ölçer. Bu çalışmayı yapabilmek için ciddi oranda İslam dinine ait metinlerin ve öğretilerin üzerinde uzmanlaşmak gerekir. Daha doğrusu bu çalışma uzman kişinin İslam dininin genel olarak tefsirini yapabilecek kabiliyetlere ve yetilere kavuşmasıyla mümkün olur. Günümüzde sosyal ilimler üzerinde çalışan insanlar arasında oldukça popülaritesi olan Gadamer’le doruğa ulaşan hermonotik ilmi (metin okumaları, Türkçeleştirmek istesek “yorum sama” denile bilinir ancak yaygınlaşmamış bir kelimedir) aslında yüzyıllardır daha geniş ve kapsamlı bir biçimde İslami ilimler içerisinde ele alınmaktaydı ancak burada bir alet konumunda olduğu ve sadece belirli bir alanda kullanıldığı için belirginlik kazanmamıştır.

Rivayetlerin metninin Kuran’ın açık öğretileriyle uyumu:

Bu alanda en önemli ve yüzde yüz ilmi geçerliliği olan yöntem rivayetlerin Kuran’ın açık öğretileriyle karşılaştırılmasıdır. Bu yöntemde Allah Teâlâ’nın da buyurduğu gibi Mizan olan Kuran kutsal görevini ifa eder kutsal olanı kutsal olmayandan hak olanı batıldan ayırır. İslam Peygamberi(s.a.a) ve Masum İmamlar(a.s) defalarca şöyle buyurmuşlardır: ‘Bizden size bir hadis ulaştığında onu Allah’ın kitabıyla karşılaştırın, Kuran’a uyanı alın(ona göre amel edin), muhalif olanı da bir kenara bırakın veya bize döndürün(doğru ya da yanlışlığını bizden sorun).’[13] Allah Teâlâ menfaatçi, fırsatçılara karşı değerli nebevi mirası korumak için hakkın peşinden olan Müslümanların başvurabileceği mizanlar, ölçüler belirlemiştir.

Özellikle Merhum Allame Tabatabai İslami İlimler havzasında bu yöntemin gelişmesini için emsalsiz çabalar sarf etmiştir. Zira Kuranı Kerim İnanları Karanlıklardan nura çıkaran bir nurdur.[14] Allah, hidayet kitabıyla bizleri nura çıkarır. Ehlibeyt(a.s)’in öğretileri içinde bu geçerlidir çünkü Allah Resulünden elimize ulaşan tevatüre ulaşmış hadislere göre asla bir birlerinden ayrılmaz. Bir araya geldiklerinde bütünleşirler ayrılıklar zıtlıklar yaşanmaz.

 

Sonuç olarak ifade edebileceğimiz en önemli nokta bu alanda genel ve yüzeysel açıklamaların hiçbir anlam ifade etmediği ayrıntılı olarak her konunun kendi düzleminde ele alınması gerektiğidir. İkinci önemli nokta her yapılanma ve akım içerisinde kendisini bu oluşumun parçası, öğesi hatta temsilcisi gibi gösteren ifrat ve tefrit çizgilerini çiğneyen insanlar bulunmaktadır. Bizler bu insanlar üzerinden bu akımı ve görüşlerini incelemeye kalksak şüphesiz sayısız istem dışı yanlışlıklara duçar olmak durumunda kalacağız. Öyleyse her akım ve yapılanmanın incelenmesi ilk adımda kendi asli metinleri ve düşünürleri üzerinden yapılmalıdır.

Bilimsel ve ilmi çalışmalarda hangi alanda inceleme yapılıyorsa o bilimin yöntembilimi kullanılarak hareket edilir. Her ilim dalında gelinen nokta insanlığın mirasının bir parçasıdır. Bunları göz ardı ederek çalışmak bizi insanlık tarihinin başına döndürmekten başka bir sonuç doğurmaz.

Müslüman toplumlarında sıkça yaşanılan ve önemli sorunlara yol açan bir gerçek Müslüman toplumların toplum içerisinde yer etmiş inanışlar ile İslami metinler arasında bazı farklılıklar olduğu gerçeğidir. Örnek verecek olursak hurafe dediğimiz dini temeli olmayan inanışlar Müslüman toplumlarında göze çarpmaktadır. Oysaki İslam dini özde, çok sert ve açık bir şekilde hurafelerle mücadele etmiştir. Bu ve benzeri durumların en temel sebebi Müslüman toplumların kendi ırksal ve kavmi değerlerini İslamlaştırma çabasıdır. Şimdi bu genel ifadelerden sonra konumuza dönecek olursak hadis ve rivayetler için İslami havzalar kendi yöntembilimlerine sahiptir. Kısaca, yukarda ehlibeyt mektebinde olan bu yapılanmaya değinilmiştir. Bu bilimsel süzgeçten geçmemiş ve temel inanç sistemiyle çelişki ihtimaline sahip metinlerin yanlış anlaşılabileceği ve bu tür durumlarda yetkin ve uzman bilirkişilere başvurulması şartı siz değerli okuyucularımızdan ricamdır. Başta kendimi ve sizleri Allah Teâlâ’nın bizlere Kuran aracılığıyla verdiği temel ilkelere sarılmaya davet ediyorum: (فَسْپَلُوا اَهْلَ الذِّكْرِ اِنْ كُنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَ)  “Eğer bilmiyorsanız zikir ehlinden sorun.”

Not: Bu yazıdaki her türlü muhtemel kusur ve eksiklikten aciz bende sorumludur. Allah inanların taksiratını affetsin.

Mustafa ÖZ

[1] İbn. Haldun Abdürrahman, Mukaddime-i İbn. Haldun, c. 1, s. 13 [2] Allame Hilli, Rical-i Allame-i Hilli, c. 1, s. 3 [3] Mamakani, Telhis-u Mikyas-il Hidaye, s.156. [4] Saduk, Men La Yaduruh-ul Fakih, c.1, s.3 [5]Ali Ekber Seyfi Mazenderani, Mikyas-ur Rivaye Fi İlm-id Diraye, s.44 [6] Kazım Müdirşaneçi, a.g.e. s.56-57. [7] Rical-ul Keşşi, c.2, s.692-700; Kitab-u Selim b. Kays el-Hilali, c.2, s.558, 562. [8] Tabakat-u İbn-i Saad, c.3, s.26 [9] Kitab-u Selim b. Kays el-Hilali, c.2, s.628; el-Müstedrek Al’a-s Sahiheyn, c.3, s.187, hadis: 798; Daaim-ul İslam, c.1, s.142;Tefsir-i Ayyaşi, c.1, s.157, hadis:530. [10] El-Kâfi, c.8, s.15, hadis2 [11] Şeyh Tusi, el-Fihrist, s.176; Maan-il Ahbar, s.382, hadis:13 [12] Rical-ul Keşşi, s.291, 292, 363, 364, 546; Maan-il Ahbar, s.181, hadis:1 [13] Tehzib-ul Ahkâm, c.7, s.275: [14] Bakara,257.