Aleviler Tanımı üzerine
Aleviler Tanımı üzerine
Dostlar
Yine, Pir Sultan Abdal’ı taşlayacaklar, Sizden dikenli gül atmanız istenmektedir.
Gelin Alevi olduğumuzu Alinin yolunun yolcusu olduğumuzu gösterelim kıralım zincirleri Şah’a gidelim
Alevi toplumunu çeşitli güç odakları kullanmaya ve Aleviler adına konuşmaya çalışıyor. Bu durum kimsenin inkâr edemeyeceği bir realitedir. Siz değerli okuyucularla birlikte bu konu üzerine kafa yormaya çalışalım.
Bazı Laik ve ateist kesimler Alevilerin Hz. Ali ve Ehlibeyti Resulullah (s.a.a) ile hiçbir bağı bulunmadığını, Aleviliğin İslam, eski Şaman ve Hıristiyanlık ile doğu mistizmi karışımı bir din olduğunu iddia ediyorlar. Bazısı da Aleviliğin kendine özgü bir din olduğunu, İslam ile bağlantılı olmadığını ileri sürüyorlar. Bazıları da Ali “siz” Alevilikten söz ediyorlar. Amerika ve AB ülkeleri de Alevileri İslam'dan koparmak için, Avrupa'da ve Türkiye'de Hıristiyan misyonerlerini aktif hale getirmiş bulunuyorlar. Türkiye'deki bazı medya gurupları ve batılı güçlerin işbirlikçisi sözde alevi dernekleri ve örgütleri de Aleviliğin Şii inancıyla hiçbir bağı bulunmadığını, hatta bunların bir biriyle çeliştiğini iddia ediyorlar. Batılı emperyalist güçler özellikle Fransa ve Almanya devletleri de Aleviliği yolundan saptırmak ve bir işbirlikçi, laik İslam karşıtı ve şeriat karşıtı bir siyasi, toplumsal ve kültürel güce dönüştürmek istiyorlar. Batılı devletler ve onların işbirlikçisi odaklar, Alevilerle Sünnileri bir taraftan, Alevilerle Şiileri diğer taraftan biri biriyle yabancılaştırmaya çalışıyorlar.
Türkiye devleti laik olduğunu iddia ettiği halde Aleviliğin varlığını pratikte inkâr ediyor. Nitekim diyanet işleri başkanlığı Alevilerin 6 ila 7 Milyonluk bir Nüfusa sahip olduklarını ileri sürüyor. Fakat araştırmalara göre, Türkiye'deki Alevi Nüfusu yaklaşık 17 ila 20 milyon arasında değişiyor. Diyanet işleri başkanlığı ayrıca sadece Hanefi Fıkhı esasına göre, yapılandırılıp fetva vermektedir. Bu nedenle Aleviler Türkiye'nin resmi devlet organında fıkhi açıdan temsil edilmemektedir. Selçuklu ve Osmanlı devletlerinin kurucuları ve öncü akıncıları olan Aleviler Osmanlı döneminde ve cumhuriyet tarihi boyunca itilip kakılarak ve katliamdan geçirilip bastırılarak bütün haklarından mahrum bırakılmıştır. Bu yüzden kırsal alanlarda, ücra köyler ve ormanlık alanlarında ve dağlık bölgelerinde yaşama ve kendi kimliğini gizleme zorunda kalmışlardır. Elbette günümüzde Alevi toplumu şehirleşmeye başlamış ve kendi haklarını arama mücadelesi vermektedir.
Peki; Bütün bu çalkantılar Neden? Aleviler kimlerdir ve Alevilik nedir sorusu neden böylesine içinden çıkılmaz bir labirentlere sokulmaya çalışılıyor?
Peygamber efendimiz Hz. Muhammed (s.a.a)’in Hz. İbrahim(a.s) gibi hem İmam ve hem de Peygamber olarak İslam toplumunu sıratı müstakimde karar kılmak için Gadir Hum'da Hz. Ali'yi kendi vefatından sonra ümmetin İmamı olarak seçip atadı. Alevi ve Şii olarak nitelendirilen Ashabı Kiram ise Hz. Ali (a.s)'in imametini kabul ettiler. Fakat Sagife olayıyla Allah resulünün ümmeti için çizdiği ilahi çizgiden sapma yaşandı. Daha sonrasında İslam'ın tam olarak ideolojik karşıtı diyebileceğimiz saltanat, krallık ve milliyetçilik üzerine Emevi ve Abbasi yönetimleri İslam dünyasına egemen oldu. İşte bu zülüm simgesi, insanlık ve İslam dışı yönetimlere karşı İmam Ali ile evlatları cihat, kıyam, ilmi, fıkhi, kültürel bir mücadele başlattılar. Emir-ül Müminin İmam Ali (a.s) isyancı, saltanatçı ve ırkçı olan Muaviye'ye karşı cihat ilan etti. Onun fitnesi sonucu Hariciler tarafından şehit edildi. Sonra ümmetin İmamı olan İmam Hasan (a.s) Muaviye tarafından şehit edildi. İmam Hüseyin (a.s) ise gasp edilen Hilafet ve İmameti Ehlibeyte geri getirmek ve halkı bu zalimden kurtarmak için Muaviye oğlu Yezide karşı ıslahat kıyamı başlattı. Dedesi Hz. Muhammed (s.a.a) dinini ihya etmek için Harekete geçti ve şehit düştü. İmam Zenül-Abidin (a.s) ise, İslam hukuku ve insan hakları risalesini yazdı ve dualarıyla zulme karşı mücadele edip şehit düştü. Sonraları Ehli Sünnet ‘in dört İmamının hocası olan İmam Cafer üs-Sadık(a.s) ilmi, fıkhi, Şeriat ve kültürel mücadelesini sürdürdü ve şehit edildi.
İşte Şiilerle, Aleviler İmam Cafer üs-Sadık'ın fıkhına yani İslami yorumuna ve tefsirine bağlı Müslümanlardır. Şii ve Aleviler Allah'a, Hz. Muhammed'in Risalet’ine, İmam Ali (a.s) İmametine ve ondan sonra gelen 11 İmam'a bağlanmışlardır. Peygamber efendimiz, Hz. Fatıma ve 12 imamdan oluşan 14 Masuma inanmaktadırlar. Alevi ve Şiiler İmam Ali (a.s) yolunun eşsiz, hak yol olduğuna yani İslam'ın özüne bağlı olduklarına inanmaktadırlar.
Alevi-Şiiler daima İslam hukukunu, kültürünü ve ahlaki yapısını ihya etmeye çalıştıkları için Emevi, Abbasi döneminde saldırı ve katliama uğradılar. Osmanlıda Yavuz Sultan Selim dönemine kadar genel olarak Anadolu Alevi-Bektaşilerine hoşgörü ile baktı. Osmanlı sarayının katı bir Sünniliğe yönelmesi, tutuculaşması, Alevi ve Bektaşi düşmanı kesilmesi Yavuz dönemine rastlar. Osmanlı, adaletsiz uygulamaların üstüne gidip düzelteceği yerde, Resulullah (s.a.a)’in Sünneti Resulullah’a değil Emevi Sünniliği üzerine mezhepçilik yaparak İslami-Alevi adalet isteyenleri ezmeyi tercih etmiştir.
Nitekim Osmanlı'nın Alevilik hakkındaki düşüncesini gün yüzüne vuran "Müftü Hamza Nurettin"in fetvası gibi; "Alevi-Kızılbaş taifesi kâfirdir, öldürülmesi vacip ve farzdır. Hatta öldürülenlerin ileri gelenlerinin, malları, kadınları, çocukları öldürenlerin kısmetidir" onlarca fetva bulunmaktadır. . Ebu Suud Efendi ve Şeyh idris Bitlisi de Alevi-Şii Müslüman topluluğa karşı benzer fetvalar çıkarıp iki Müslüman kardeş olan Alevilerle Sünnileri biri birine kırdırmıştır.
Cumhuriyet döneminde de benzer Alevi katliamları yaşanmaya devam etti. Bazı alevi düşünürler ve dernekler Atatürk'ün Alevilere sahip çıktığını iddia ediyorlar. Fakat Atatürk batıcı, Laik ve Türk milliyetçisi olan nasyonalist bir insandı. Bu zat Hz. Ali (a.s)ı siyaset bilmemekle suçlamıştır. Atatürk diyor ki; "Ali, Hilafet işleriyle uğraşmak yerine Peygamber'in defin işleriyle uğraştı. Fakat Ebu Bekir ve Ömer ise siyaset aklıyla hareket edip, Hilafet makamını ele geçirdi." Atatürk döneminde Dersim de Seyit Rıza önderliğinde ki Zaza Kürt Aleviler katliamdan geçirilip, çocukları esir olarak subaylar arasında paylaşıldı. Aleviler sürekli tahkir edilip, dışlandılar. Tunceli, Kahraman Maraş, Sivas ve diğer bölgelerdeki alevi katliamları da bu zulüm ve ayırımcılıkların örnekleri sayılıyor. Cumhuriyet döneminde de Alevi- Bektaşi dernekleri yasaklanırken Mason teşkilatlar Atatürk ve ismet İnönü iktidarları döneminde gizli ve açık bir şekilde faaliyetlerini sürdürdüler.
Günümüz Türkiye'sinde de Siyonist-Mason teşkilatlar serbestçe ve dokunulmaz bir şekilde faaliyetlerini sürdürmektedirler. Fakat Alevi-Şii Caferi Müslümanları resmi kurum olan Diyanet işlerinden dışlanmaktadırlar. Bu nedenle Alevi sorunu devam etmektedir. Türkiye başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ise Kemal Kılıçdaroğlu’nun Alevi kökenli olmasından dolayı Suriye konusunda Mezhepçilik yapmak ve Baasçılık yapmakla suçluyor. Hâlbuki Irak'ın hunhar Baas partisi kalıntılarını, terör eylemlerinin azmettiricisi Tarık El-Haşimi'yi ve El-Irakiye gibi Baasçı ve Amerikancı Radikal Sünni kesimleri destekliyor. Suriye konusunda Irak Baasçılarıyla işbirliğini sürdürüyor. Suriye’de Amerika, Fransa ve İngiltere ile Siyonist İsrail rejiminin politikaları doğrultusunda hareket ediyor.
Batılı ve Siyonist güçler uydurma bir iddia olan "Şii-Alevi ekseni" tehlikesinden söz ediyorlar. Ankara hükümeti de bu sinsi politikanın tuzağına düşmüş belki kendisi bu tuzağın bir ayağı olarak vahşetin sürmesine göz yumuyor. Bazı hükümet yanlılarına göre, "Eğer Beşar Esad devrilmezse, İran Öncülüğündeki Şii ekseni güç kazanacak. Fakat devrilirse, Türkiye ile Sünni dünyası güç kazanacak.". Aslında bu iddia Türkiye ile İran'ı ve Şii-Alevilerle Ehli Sünnet Müslümanlarını çatıştırmaya çalışan batılı sömürgeci güçlerin Siyonistlerin sinsi politikaları ve telkinlerinin bir yansımasıdır. Bu boş iddialar İslam dünyasına can alıcı darbeler indirmektedir.
Olayın tarihsel, sosyal-politik seyrinden bahsetmeye çalıştık. Sizlere de ayan olduğu üzere yüzyıllardır zulüm ve baskı altında yaşamış olan belki kardeşten de öte birbirlerinin özü olan Alevi ve Şia camiası yeni bir badireyle karşı karşıya kalmıştır.
Bütün bunlar yaşanırken yazımızın başında vurguladığımız Alevileri yönelik kültürel saldırı son hızıyla sürmektedir. Zira bu sinsi, vahşi planın başarıya ulaşması bir bakıma Alevilerin kimlik kaybına uğramasına ve tarihleriyle, geçmişleriyle olan bağlarını koparmasına bağlıdır. Bu sayede bu fitnenin karşısında durabilecek tek yapı olan özde sözde bir olan Alevi-Şii toplumunun birlikte hareket etmesi engellenmiş olacaktır.
Dostlar
Yine, Pir Sultan Abdal’ı taşlayacaklar, Sizden dikenli gül atmanız istenmektedir.
Gelin Alevi olduğumuzu, Alinin yolunun yolcusu olduğumuzu gösterelim kıralım zincirleri Şah’a gidelim