İnsanoğlu, tarih boyunca birçok felaketlere ve yıkımlara şahitlik etmiştir. Kabil’le başlayan firavunluk serüveni her defasında Habillerin, Musaların, İbrahimlerin karşısına dikilmiştir. Onları dünya ile tehdit etmenin ötesine geçemeyen bu Nemrutlar öylesi bir delalete yüzmekteydiler ki karşılarına aldıkları yiğitleri, bütün arzuları olan fenaya kavuşturduklarından bihaberdiler. Bu Aziz insanlar bütün benlikleriyle taptıkları yaratıcılarına, felek denen Âlemin gözünü diktiği bu tiyatro sahnesinde Aşklarını sergileme fırsatı bulmuştu. Her defasında aynı senaryo çekilmekteydi sanki hak ehli ilahi aşkını ilan ederken karanlıklara batmış bu azgın yaratıklar alçaklığın sınırlarını zorlamışlardı. Bu Azizlerin insanlığa en büyük hediyesi bu karanlık ve tufanlı günlerde insanlıktan nasibini almış beşer evlatlarına kurtuluş gemisi olması olsa gerek.
Bu serüven böyle devam edip giderken Hz. Hak en değerlisini gönderir insanoğluna, O yaratılanların en üstünüdür. Onunla semada yürümek Hak sevdalılarının ezelden ebede gayesidir. O, Âdemin vaadidir kendisinden olan insanlık nesline; İsa sanki sabredememiş de söyleyivermiştir yarenlerine bu güneşin nereden doğacağını, adını sanını, nur cemalinin nişanelerini vermiştir onlara. Hz. Hak, Cemalinin ve Celalinin aynası olan bu gülü, dalaletin beşiği olan cahiliyet diyarında, bataklığın ortasında bitirmiştir. Zira Cemalinin ve Celalinin aynası bu İnsanda ondan gayrı hiçbir şey yoktur. Ne Yunan deryasının[i] suyundan içmiş nede Tahtı Cemşit’in[ii] misafiri olmuştur. Onun gözü ne gayr Allah’ı görmüş nede kulağı gayr Allah’ı işitmiştir. O “ümmidir” zira gözü sadece Allah’ı görmekte, kulağı sadece onu işitmekte. Hz. Hak’tan gayri ne vardır ki anlatıla dinlesin, gösterile görsün.
Onun, insanlığa hediye ettiği kurtuluş gemisi öylesine azametli, öylesine büyüktü bütün âlemleri içine alacak miraca taşıyacaktı. Sonra O, adına dünya denilen bu hicabın, perdenin varlığına daha fazla tahammül edememiş Azrail’e perdeyi çekmesini söylemiştir. Giderken ümmetini kendisinden sonra kopacak tufanlar hakkında uyarmış Kuran’a ve Ehlibeytine bu tufanlarda sarılmalarını iyice tembihlemişti.[iii]
Maalesef ondan sonra olmaması gereken olmuş ümmet dünyaya yüz çevirmiştir. İslam adına fetihler başlamış “la İkrahe fi’d-din”[iv] unutulmuş İslam’ın kılıcı olarak tanılan kimselerin deve kervanlarında taşınan altınları dillerde dolaşır olmuştur. Allah’ın aslanından evinde oturması istenmiş, ilmin kapısı çalınmaz olmuş ve dilimizin söylemeye varmadığı daha neler.
Keşke bütün bunlarla yetinilseydi demek geliyor insanın içinden ama bütün bu yaşanan ve yaşatılan açılar öylesine büyük bir felaketin ve musibetin yaşanılmasına gebe bıraktır ki İslam ümmetini. Karşımıza nemrutlara, firavunlara Fatiha okutturacak bir zalim, peygamberin halifesi diye çıkar. Cemalinin ve Celalinin aynası olan İslam peygamberini Hz. Muhammet(s.a.a)i gözleriyle görmüş olanlar böylesi birine biat etmek için sıraya girmiştir. Artık Âdemden, Hatem’e gelmiş geçmiş bütün Azizlerin, Evliyaların ve Enbiyaların varisli olan Peygamber evladına Hz. Hüseyin ibn. Ali’ye Aşkın en harikulade tablosunu kendi al kanıyla çizmekten başka bir çare kalmamıştır. O, kıyamıyla hakkın ve hakikatin adını, tadını, rengini Âlemdeki her noktadan insanlıktan nasibini almış her beşer evlatlarının görebileceği bir ulu çınar olarak dikmiştir yeryüzüne. Artık zilletin ve izzetin sınırları hiç kimsenin silemeyeceği al kanlarla çizilmiştir beşer için.
Bütün bunlar ve sonrasında yaşananlar gönül ehli olan hak sevdalılarında şu sorunun doğmasına yol açmıştır. Ne zamana kadar ya Rab! Ne zamana kadar! Sen bizlere yeryüzünü müminlere miras bırakacağının vaadini vermiştin. “Andolsun, Biz Zikir den sonra Zebur'da da: "Şüphesiz Arz'a salih kullarım varisci olacaktır" diye yazdık”.[v]Yeryüzünü Adaletinle dolduracak olan O mümin nerededir? Evet! Sözün bittiği değil başladığı yerdir burası hani dedim ya giderken ümmetini kendisinden sonra kopacak tufanlar hakkında uyarmış olan Hz. Hakk’ın Habibi, aziz bir müjdenin haberini de vermiştir. O, ilk günden beklenilen Hadi onun soyundandır. Kızı ismet ve taharet güneşi olan Fatıma(s.a)’nın evladıdır. Adalet şehidi Ali’nin yavrusudur. Hak ve hakikat güneşi Kerbela Şehidi Hüseynin dokuzuncu varisi İmam Mehdi(a.c.f)dir.
Güneş ve ayın engin adımları bizi o mübarek geceye (Şaban ayının on beşinci gecesine) sürüklerken, senin doğmuş olduğunu bilmek, yeryüzünü her gün O mübarek adımlarınla şereflendirdiğini hissetmek ne paha biçilmez bir şevktir. Kendimde senin O zuhurunu görecek yüzü ve hakkı görmemekteyim zira sahip olduğum ruhsal kirlilik beni utandırır. Yüzümü Kâbe’ye dönüp güneşin doğuşunu bekler gibi senin zuhurunu beklemeyi arzulamaktayım. Kendi dilimin liyakati olmasa yeryüzünde nefes alan Hasan Nasrallah gibi salih insanların yaşadığını bilmek bana cesaret vermekte ve sesim yükselmektedir. Geçenlerde gaziler gününde yaptığı konuşma söylediği şu sözler “Eğer bu savaşta yarımız şehit düşer ve diğer yarımız sağ kalır ve izzet ve şerefle yaşarsa bu bizim için daha iyidir. Hatta bu savaşta dörtte üçümüz şehit olsak ve geriye dörtte birimiz kalsak, ama izzet ve şerefle yaşamaya devam etsek bu da iyidir.” Ey Allah’ın vaadi olan, yeryüzündeki halifesi bu insanlar ceddin İmam Hüseyin(a.s) hidayet meşalesini görmüş ve yolunu ona göre çizmiş insanlardır. Bugün zamanenin Yezitleri, Firavunları ve Nemrutları bir olmuş bu Ali evlatlarının kanına susamıştır. Sizlere kanımızda, canımızda feda olsun ama bilesiniz gözümüz yolda, gönlümüz hicrandadır.
Bu büyük tufanda kurtuluş gemisine kavuşmanın özlemini çeken Ehlibeyt dostlarını, O’nun Aşkıyla, aziz Şaban ayının on beşinci gecesine hazırlanmaya ve intizara son verme arzusuyla Muntezir’e Muntezer’e seslenmeye davet ediyorum.
Sanadır Haykırışım Ey gönüller sultanı gel!
Ey Yusuf yüzlüm, İsa gözlüm, Musa sözlüm gel!
Karanlıklar kaplamıştır dört bir yanı Eh hidayet güneşi gel!
İnsanlık büyük tufanda boğulmakta, Ey Kurtuluş gemisinin mahir kaptanı gel!
[i] Yunan deryasından kastımız insanlığın mirası olarak görülen yunan felsefesidir.
[ii] “Tahtı Cemşit” Pars İmparatorluğunun M.Ö 500’üncü yıllarda inşa ettiği tarihin en gelişmiş medeni şehirlerinden biri olarak görülen Persepolis tir.
[iii]Peygamber (s.a.a.) şöyle buyurmaktadır: “Ben sizin aranızda iki değerli emanet bırakıyorum! Allah’ın kitabı ve itretim (Ehlibeytim); Bu ikisi, Kevser havuzun başında yanıma gelene kadar hiçbir zaman birbirlerinden ayrılmazlar.”